Samir ile Muhammed ’in hayatlarındaki ilk ve tek fotoğrafı bundan 134 yıl önce, 1889 yılında Şam’da çekilmiş.
Epeyce araştırdım, montaj değil;
İtalya’da dünyaya gelen Fransız asıllı fotoğrafçı Tancrède Dumas basmış denklanşöre,
Ve,
Bu fotoğraf, United States Library of Congress’ de “cph.3b41806” dijital arşiv numarasıyla kayıt altına alınmış.
Samir İle Muhammed ‘in “Arkadaş” ‘lığı…
Uzun boylu olan Muhammed;
Muhammed, gözleri bu dünyada ışığı hiç görmemiş bir genç…
Sırtında taşıdığı ise Samir,
O da yürüme engelli bir cüce olarak gelmiş bu dünyaya…
Muhammed adından anlaşılacağı üzere Müslüman; can dostu Samir ise Hristiyan.
Samir ile Muhammed birbirlerine yaşam arkadaşı olmuşlar;
Hem arkadaş kelimesinin sözlük anlamının,
Hem de kelimenin kökeninin hakkını dolu dolu vererek kurmuşlar bu tarifsiz dostluk bağını.
Arkadaş, “arka” sözcüğüne, ortaklık anlamı getiren “–daş” ekinin gelmesiyle türetilmiş bir kelime;
Birbirinin arkasını kollayan, destek olan anlamında kullanıyoruz.
Halk etimolojisinden bir söylenceye göre ise eski zamanlarda savaşan askerler arkadan gelebilecek saldırılara karşı sırtlarını bir taşa ya da kayaya yaslayarak ok atardı.
Bu taşın ismi “arka-taş” iken zaman içinde “arkadaş” ‘a dönüşerek, güvenilir kişiler için kullanılan bir tanım haline geldi.
Samir İle Muhammed Birbirlerini Tamamlıyordu
Bir düşünsenize;
İki kişiler,
İkisi de hem yetim, hem öksüz…
Ve,
Sadece biri görebiliyor, sadece diğeri yürüyebiliyor.
Yani,
Samir ile Muhammed ancak bir olduklarında bütün olabiliyorlar.
Şam’ın işlek caddelerinde ulaşım için Samir Muhammed ‘in bacaklarına,
Muhammed ise engelleri aşmasına yardımcı olması için Samir’ in gözlerine teslim olmuştu.
Özetle,
İki arkadaşın ortak hayatları birinin görebilmesi, diğerinin yürüyebilmesi üzerine kuruluydu.
Samir, eski Şam’daki kafelerden birinde çalışan bir masal anlatıcısıdır;
Öte yandan Muhammed ise Samir’i dinlemeye gelenlere leblebi satar…
Ve,
Her akşam tek göz odalarına eğer o gün karınları doyduysa mutlu, yok aç kaldılarsa ertesi gün için umutlu bir şekilde,
Ancak her daim yek vücut olarak dönüyorlardı.
Suret’ ten Siret’ e Giden Yolculuk
Suret, insan yüzü sözcüğünden alıntı olup “görüntü, biçim” anlamındadır.
İşte tam olarak bu nedenle Samir ile Muhammed’ in arkadaşlığı suretten ibaret değildi; tam bir siret örneğiydi.
Çünkü siret, “yaşam tarzı, ahlak” anlamlarına gelmektedir.
…..
Öyle bir gün gelir,
Samir bir daha almamak üzere bu dünyadaki son nefesini verir.
Rivayet olunur ki, Muhammed bir hafta boyunca odasında durmaksızın ağlar.
Kolay mı, hem bedeninin hem de ruhunun yarısını kaybetmiştir…
Bir haftanın sonunda Muhammed’in eksik kalan yarısı böylesi bir üzüntüyü daha fazla kaldıramaz,
Ve,
Diğer yarısı ile buluşmak için bir daha açmamak üzere o da kapayıverir gözlerini bu dünyaya…
Mecmau’l Bahreyn
Mecmau’l Bahreyn iki denizin cem olduğu,
Yani,
Birleştiği, bir araya geldiği, buluştuğu yer demektir.
Hazreti Musa ile Hızır’ın buluşmasının tasvirinde kullanılır.
Ve dahi,
Konya’da Mevlana’nın yanmasına neden olacak güneşi, yani Şems-i Tebrizi ile ilk karşılaştığı yere de Mecmau’l Bahreyn adı verilmiştir.
İki denizin birbirine kavuştuğu yer…
İki deniz birbirine kavuştuğunda ne olur?
Tamamlar eksik olan yanlarını.
Okyanus olur.
Sonsuzluk olur.
O halde Muhammed’in diğer yarısı olan Samir’i taşıdığı kamburlaşmış sırtı da şüphesiz bir Mecmau’l Bahreyn’dir.
Samir İle Muhammed Farklıydı…
Dışarıdan baktığınız zaman Samir ile Muhammed her açıdan farklıydı.
İnançları farklıydı bir kere;
Sameer Hristiyan, halbuki Muhammed Müslümandı.
Görünüşleri, fiziki yapıları çok farklıydı.
Etnik kökenleri de farklıydı.
Yaşadıkları sorunlar ise belli ki tamamen farklıydı.
Bu farklılıklar önemliydi,
Ama,
Hiçbiri Samir ile Muhammed’i, aynı yolda birlikte yürümekten asla ve kat’a alıkoyamadılar.
Çünkü her iki adam da çok daha büyük bir şeyi anlamıştı:
Karşısındakini olduğu gibi kabul edebilmek,
Bir olmak,
Bütün olmak,
Ayrıştırmamak,
Bilakis tamamlayıcı olabilmek,
Ve,
Farklılıkları zenginlik olarak algılayabilmek…
Bu hikaye bir buçuk asır kadar öncesinde Suriye’de geçiyor.
Peki Günümüzde Ahvalimiz Ne Ola?
Sünnilerin ve Şiilerin, Türk’ün ve Kürt’ün birbirine ihtiyacı var.
İsrailliler ve Filistinliler’in birbirlerine ihtiyacı var.
Amerika’da siyahlar ve beyazların birbirine ihtiyacı var.
Sırf farklı olduğumuz için birbirimize ihtiyacımız olmadığı şeklinde dayatılan asırlık inanç kuyruklu bir yalandır,
Hatta tam adı şovenlik ve barbarlıktır.
Biz birbirimize aitiz,
Ve,
Birbirimizi ancak tamamlarız…
Nairobi’nin bir kenar mahallesinde sizden farklı görünen ve sizden farklı koşullarda yaşayan o çok uzaktaki çocuk, ister kabul edin ister etmeyin İsviçre Alplerinde tatil yapan akranından hiç de farklı değil…
Yerinden edilmiş ve mülteci kampında yaşamaya mahkum o anne farklı bir dil konuşuyor olabilir, ancak onun kalbi de çocukları için tıpkı sizinki gibi atıyor.
Hükümet Kadın filminde Aziz Veysel rolünü canlandıran Ercan Kesal’dan belki de yüzlerce kere dinlediğim,
Ve,
Her defasında yüreğime dokunan bir replik, bu konuyu o kadar da güzel özetliyor ki…
Bu dünya senden olmayanlarla hoştur…
Onların sana verdiği ilimlerle, kıymetlerle, gönüllerle hoştur.
Sadece senin gibiler değil, senden olmayanlar da çok yaşasın ki sen de yaşa…
Hele bir de onun gözüyle gör şu fani dünyayı.
Herkes beyaz olsa, o zaman beyazı farkedemezsin ki…
Veyahut da siyah…
Oysa beyaz, en güzel siyahta belli eder kendini.
Beni ben yapan yegane şey, benden olmayandır!!!
O yoksa, sen de yoksun.
Ne anlamın kalır, ne rengin belli olur, ne de tadın…
Son olarak,
Osmanlı İmparatorluğu’nun Kosova Vilayetine bağlı Üsküp şehrinde dünyaya gelen,
Aynı zamanda,
Tüm dünyanın Rahibe Teresa olarak bildiği, aynı şekilde bağrına bastığı Gonxha Bojaxhiu (Gonca Boyacı)’dan bir alıntı ile bu yazıyı noktalamak istiyorum:
Huzurumuz yoksa,
Birbirimize ait olduğumuzu unuttuğumuz içindir
1 Comment