Geleneksel olarak Amerika kıtasını 12 Ekim 1492’de Christopher Columbus’un keşfettiği bilinir.
Columbus’un Amerika’ya vardığı doğrudur.
Ancak…
İlk kişi mi olduğu konusu oldukça tartışmalı.
Zaten,
Christopher Columbus Bahamalar, Küba ve Haiti arasında bir bölgede koloni kurmuştur.
Kuzey Amerika’ya ilk çıktığı kabul edilen Avrupalı ise İngiltere Krallığından John Cabot’dur.
Tarih ise 1497…
Cabot’dan bir yıl sonra, Columbus uzak kıtaya ikinci seferinde Güney Amerika’nın kuzey kıyılarına ulaşır.
Ve,
Bu sayede İspanya İmparatorluğu, Kuzey Amerika’dan Güney Amerika’ya kadar en büyük sömürgelere sahip ilk Avrupa ülkesi olur.
Columbus’un uzak kıtaya üçüncü seferi ise 1502’dedir.
Bu kez Orta Amerika’nın doğu kıyılarını keşfeder.
Tüm bu seferlere rağmen Columbus halen Amerika yerine Uzak Doğu’ya ulaştığını düşünür ki,
Bu nedenle bu yeni kıtada karşılaştığı yerli topluluğa İndios (Hindistanlılar) adını verir.
Ancak…
Dokuzuncu yüzyıldan itibaren,
Yani,
Nerden baksak 400-500 sene öncesinden Polinezyalıların, Vikinglerin ve İnuitlerin göç ve yağma amacıyla Amerika kıtasına ulaştıkları da bilinmektedir.
Mu Kıtası Sahipleri Zaten Oradaydılar
Bir gerçek daha var tabii ki…
Amerika kıtasına yapılan seferlerin hiç biri boş bir toprak parçasına yapılmamıştı!!!
Beyaz adam ayak bastığında,
Binlerce yıldır kök saldıkları topraklarında, o coğrafyanın yerlileri ve asıl sahipleri tarafından karşılanıyorlardı…
Önemli bir nokta daha…
Siu (Sioux), Komançi (Comanche), Çeroki (Cherokee) gibi Apaçi toplulukları ve Aztek, Maya gibi Amerika yerlisi kabileler benzer dilleri konuşurlar.
Ve,
Dil ağaçları Türkçe’nin de içinde bulunduğu Ural – Altay dil grubundan olup,
Gök Tengri ve Kızılderili Şamanik inancı çok fazla benzerlikler göstermektedir.
Zaten,
Amerika Yerlileri Sosyal İşler Daire Başkanı M. Franklin Keel, Kızılderililerin (atalarının) Baykal Gölü ve Yenisey-Tuva bölgelerinden Amerika kıtasına Alaska üzerinden göç ettiklerini,
Ve,
Kızılderililer ile Türklerin DNA testlerinin aynı olduğunu ifade etmektedir.
Dillerdeki kelime benzerlikleri gibi,
Halı, kilim ve el işlerindeki desenlerin aynı olduğu,
Örf, adet ve geleneklerde de çok büyük benzerlikler tespit edildiği bir gerçektir.
Bu esnada,
Ben Kızılderililer “Türk mü, değil mi?” gibi bir köken analizinin gereksiz olduğunu düşünüyorum.
Velev ki öyle olsa bile,
Binlerce yıllık bir uzak akrabalığın ne gibi bir anlam ifade edeceği hakkında herhangi bir çıkarımda bulunmak pek mümkün olmasa gerek.
Muhtemelen büyük büyük büyük dedelerimizin yolları bir yerlerde kesişiyor olmalı…
Kayıp Mu Kıtası
Ben açıkçası bu sorunun cevabının “Kayıp Mu Kıtası” teorisi (çünkü benim için bir hipotez değil) ile çözülebileceğine inanıyorum.
Yani,
Bana kalırsa, hiçbirşey olmasa bile kesin birşeyler oldu(!)
Mu araştırmacılarına göre batan Mu kıtası hemen hemen her kıtaya göçler vermişse de,
Başlıca göçler Kuzey ve Güney Amerika’ya, Orta-Asya’ ya, Mısır ve Anadolu’ya olmuştu.
Hatta ana kolların en başında da Uygurlar geliyordu…
James Churchward’ın kitaplarının tamamını okudum.
Ancak,
Benim için Mu Kıtası ile ilgili asıl ikna edici nokta, Atatürk’ün görüşlerinin de bu doğrultuda olmasıydı.
Atatürk gibi bilime inanan,
Araştırıcı, sorgulayıcı ve rasyonel duruşu tartışma götürmeyen bir liderin bu konuya çok özel bir önem atfetmesi…
James Churchward’ın tüm kitaplarını Türkçe’ye tercüme ettirmesi,
Ve,
Üzerine kendi el yazısı ile notlar alması…
Ve dahi Tahsin Mayatepek ’i Mayaları araştırmak üzere Meksika’ya maslahatgüzar olarak ataması…
Yani, kısaca benim açımdan “no more bets”…
Atatürk’ün Mu Kıtası Arayışı
İlk kez Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya çıkarttığı gibi Türkler’in ırksal kökeni birçok diğer kadim uygarlık gibi,
Üstünde savaş nedir bilinmeyen,
Ve,
Topraklarında güneş batmayan devasa Mu Kıtası kaynaklıydı.
Adeta cennet hayatının yaşandığı ve kozmik bilgilerle donanmış bu uygarlığın dönemi, birçok kadim öğretide Altın Çağ olarak isimlendirilmiştir.
Atlantis’den çok daha önce tektonik ve jeolojik nedenlerden dolayı Pasifik Okyanusu’nda parçalanarak batan bu kıtadan çevre kıtaların farklı bölgelerine göçler düzenlenmiş,
Ve,
Bu büyük yıkımdan kurtulmayı başarabilen çok sayıda Mulu gittikleri yerlerde gelecek nesillerin atalarını oluşturmuşlardı
Mu Kıtası kaynaklı en yoğun göçlerden biri de Orta Asya’ya olmuştur.
Türkler’in ataları ilk kez Orta Asya’ya çıkan Mu Kıtası sakinleriydi…
Geldikleri yerde binlerce yılı aşkın bir süre kalan,
Ve,
Zaman içinde geldikleri yerdeki diğer ırklarla karışan,
Sonunda tarih sahnesinde bizim Hunlular olarak bildiğimiz atalarımızın atalarını, işte bu göçlerle buraya gelen Mulular oluşturmuştu.
Mitoloji ve Efsaneler
Göktürkler ile ilgili efsanelerde atalarımızın Batı Denizi’nin kıyılarında oturduğu anlatılmaktadır.
Asya Kıtasını gözümüzün önüne getirdiğimizde deniz kıtanın doğusunda yer almaktadır.
Batısı kara parçalarından ibarettir.
Ancak efsanede Batı Denizinden söz edilmektedir.
Atalarımızın gerek ırksal gerekse de kültürel kökeni olan uygarlğın bulunduğu Mu Kıtası tasvirini gözümüzün önünde canlandıracak olursak bu ilginç tanımlamanın nedeni çok daha kolay anlaşılmaktadır.
Atalarımızı oluşturan Orta Asya’ya yapılan göç, Mu’nun Uygurlar ismi verilen beyaz ırk tarafından gerçekleştirilmiştir.
Uygurlar Mu’nun beyaz ırkları arasında tenleri en açık renk olan ırktır.
Diğer beyaz ırklar kısmen esmer ve siyah saçlıyken,
Bu ırkın tenleri çok beyaz, gözleri mavi, saçları da sarıydı.
Uygurlar kolu olarak isimlendirilen bu kol, Mu’nun en geniş göç hatlarından birini oluşturmuştur.
Orta Asya Kıtası’nın güneyinde yerleşen Nagalar’ın kurduğu yerleşim birimlerinin hemen kuzeyinde oluşturdukları büyük merkez, daha sonraları Uygurlar olarak isimlendirildi.
Bu göç hattının kolları, aradan geçen uzun yıllar boyunca Orta Asya’dan bugünkü Moskova’nın bulunduğu Rusya topraklarından Batı Avrupa’ya kadar uzanmıştır.
Bugün Avrupa’nın birçok bölgesinde hakim ırk olan Ariler, Uygurlar ‘ın torunlarıdır
Gerek James Churchward, gerek William Niven, gerekse de diğer araştırmacılar; “Ariler’in tarihi Uygurlar ‘ın tarihinin bir uzantısıdır” ‘diyerek bu konuyu dile getirmişlerdir.
Avrupa’ya Uygurlar ‘ın haricinde farklı ırklar yoğun göçler düzenlemediği için, Ari ırkı Avrupa’da günümüze dek daha etkin ırk olma özelliği göstermiştir.
Ancak,
Aynı şeyi Anadolu ve Asya kıtası için söylemek mümkün değildir.
Bu bölgelerde farklı ırklar birbirleriyle karışmış ve ortaya çeşitli melez ırklar çıkmıştır.
Uygurlar ‘dan en geniş bahseden kaynakların başında yine Çin kaynakları gelir.
Çin kaynaklarının hemen hepsi, Uygurlar ‘ın Kök Türkler gibi Hunlar’ın neslinden geldiğini söyler.
Bu oldukça önemli bir tespittir.
Demek ki, Hunlular ile Uygurlar arasında bir devamlılık söz konusudur.
Kaldı ki,
Zaten Uygurlar ‘ın Türk boylarından biri olduğu kesin olarak bilinmektedir.
Atatürk ve Türk Tarih Tezi
Bu konunun bizim gündemimize girmesi 1930’lu yıllarda Atatürk’ün ileri sürdüğü Türk Tarih Tezi ile başladı.
Atatürk, 1932’den sonra Türk Tarih Tezi’nin kayıp parçasının peşine düştü.
Türklerin Orta Asya’dan önceki ilk yurtlarını arıyordu.
1932 yılında emekli general Tahsin Mayatepek, Atatürk’ü ziyaret eder.
Tahsin Bey Maya dili ile Türk dili arasındaki benzerlikleri,
Ve,
Bir Mu kıtası araştırmacısı olarak tanınan İngiliz Albay James Churchward‘ın kendisine bahsettiği tabletleri anlattığında Atatürk’ün gözleri parlar…
Ertesi gün Chruchward apar topar Ankara’ya davet edilir.
İki hafta sonra Chruchward, Ankara’ya gelerek Çankaya’da, Atatürk ve Tahsin Mayatepek ile akşam yemeği yedi.
Chruchward, bu tabletleri nereden bulduğunu , 50 yılını bu araştırmaya adadığını, tabletlerdeki dilin Antik Mayalara dayandığını, MÖ 200.000 ila 70.000 yılları arasında Pasifik’te yer alan Avustralya’dan biraz daha büyük Mu isminde bir kıtadan bahsedildiğini,
Ve,
Kıtada yaşayanların yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra sel ya da tufanla battığının düşünüldüğünü Atatürk’e iletti.
Bu görüşmeden sonra Atatürk, 60 kişilik bir heyet kurdurarak Mu kıtası hakkındaki kitapların tercümesi emrini verir.
Atatürk’ün çocukluk arkadaşı ve aynı zamanda yaveri olan Salih Bozok bu konuyu aşağıdaki gibi anlatıyor:
Gazi, kitapların tercümesi yapılırken çok heyecanlıydı, günaşırı “Tercümeler bitmedi mi? Heyet neden bu kadar yavaş çalışıyor?” diye hayıflanıyordu.
Nihayet sonunda tercümeler bitti.
Kitap basılmadı daktilo edilerek Atatürk’e sunuldu. Gazi metinleri tekrar tekrar büyük bir dikkatle okudu, yaratılışı anlatan bölümle özel olarak ilgilenmişti. Mu kıtasının insanlığın ana vatanı olduğunu, nüfusun 64 milyona çıktığını yazan kısmın altını çizmişti. Mu’da geçen tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağının üzerinde durmuştu. Mu dili kökenli özel isim ve sıfatları öz Türkçe ile karşılaştırarak notlar alıyordu.
Bu esnada, Atatürk 1934 yılında Tahsin Bey’i (soyadı kanunu ile birlikte Tahsin Mayatepek adını almıştır) Meksika Büyükelçiliği’ne atadı.
Esasen Tahsin Bey’in gizli görevi Türklerle eski Amerikan halkları arasındaki ilişkiyi araştırmaktı.
Tahsin Mayatepek, Meksika’daki araştırmalarının sonucunda şaşırtıcı bir bilgiyle karşılaştı.
Bu bilgiye göre Türkler, MÖ 12.000’lerde bir doğal afet sonunda Pasifik Okyanusu’nda sulara gömülen Kayıp Kıta Mu’dan Orta Asya’ya göç etmişlerdi.
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse “Köken Yolculuğu” başlıklı yazıyı da beğenebilirsiniz
Aşağıdaki yazılar da ilginizi çekebilir:
Atatürk’ün Araştırıcı, Sorgulayıcı Derin Tarih ve Dil Görüşü ve Mu Kıtası Medeniyeti