Kuduz Aşısı Osmanlı Sayesinde Keşfedildi

Bu yazının başlığı konuyu bilmeyenlere Belki de pek bir anlamsız gelecek, hatta belki zihinlerde “Kuduz aşısı ve Osmanlı da ne alaka?” gibi bir soru belirecektir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun döneminde dünyanın en büyük ve kritik aşı üreticilerinden birisi olduğunu biliyor muydunuz?

Ve,

Osmanlı olmasa, kuduz aşısı keşfedilemeyebilirdi desek çok da amacını aşan bir cümle olmaz…

Gelelim konumuza…

Fransa’ da 1885 yılı Temmuz ayında Louis Pasteur tarafından kuduz aşısının keşfedilip uygulanması, insanlık tarihinde çiçek aşısından sonra üretilen ikinci modern aşı olarak yer almaktadır.

Pasteur, kuduz aşısı keşfinde epeyce yol almıştı,

Ancak,

Çalışmalarını devam etmek kendi imkanları dahilinde imkansız hale gelmişti.

Bu nedenle,

Pasteur aşı üretme çalışmalarını sürdürmek için birçok devlet başkanından maddi yardım istedi,

Ve,

Ulaşabildiği herkese sponsorluk talebini dile getiren mektuplar yazdı.

Ne hazindir ki hiç kimseden yanıt alamadı…

Daha doğrusu yanıt aldığı tek kişi Rus Çarı idi.

O da, Louis Pasteur’ a destek olarak kendi portresini göndermişti.

Bu mektuplardan bir tanesi de Sultan II. Abdülhamit Han’ a ulaşır….

Osmanlı’ nın Louis Pasteur’ a Teklifi

Payitaht Osmanlı yardım edeceğini,

Ancak,

Aşı üretme çalışmalarının İstanbul’ da yapılması koşuluyla ihtiyacı olan tüm finansal desteği sağlayacağını bildirir.

Lakin,

Pasteur ülkesinden ayrılmayı kabul etmez.

İleri görüşlü bir devlet adamı olan Sultan Abdülhamid, kuduz aşının keşfinin ne kadar kritik olduğunu birçok diğer devlet yöneticisinden çok daha iyi anlamış olsa gerek ki…

Konunun önemine istinaden Pasteur’ a ikinci teklifini yollar.

Sultan Abdülhamid bu sıradışı bilim insanına 10.000 altın hibe edeceğini,

Ek olarak da 1. Derece Mecidiye Nişanı ile onurlandıracağını bildirir.

Bir tek koşulu vardır,

O da kendisinin belirleyeceği Osmanlı hekimlerini de çalışmalarına dahil etmesidir.

Bu esnada 10.000 altın,

O zamanın İstanbul’ unda 180 – 200 ev alacak kadar bir miktara karşılık geliyordu!!!

Osmanlı Heyeti – Ön sıra soldan sağa: Miralay Hüseyin Remzi Bey, Zoeros Paşa, Miralay Hüseyin Hüsnü Bey

Cazip teklifi kabul eden Louis Pasteur’ un yanında eğitim alacak kişiler:

  • Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’den (adı daha sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi olmuştur) müderris Alexander Zoeros Paşa başkanlığında
  • Dr Hüseyin Remzi ve
  • Veteriner Hüseyin Hüsnü Beyler olarak belirlenmiştir.

Louis Pasteur keşfettiği aşıyı ilk defa 6 Temmuz 1885 tarihinde kuduz bir köpeğin ısırdığı 9 yaşındaki Joseph Meister’ a uyguladı.

Çocuğun sağlık durumu iyiye gitmeye başladı,

Ve,

Üç ay sonra olumlu sonuç alındı…

Kuduz Aşısı Keşfinin Akabinde…

Zoeros Paşa başkanlığındaki ekip çalışmalara temel teşkil etmesi için “kuduz mikrobu” enjekte edilen bir kemik iliği ile Osmanlı’ ya geri döner.

1887’ nin Ocak ayında Zoeros Paşa başkanlığında Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) hizmete geçer.

Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi,

Dünyada üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezidir.

Daha sonra,

Bu merkez kuduz aşısına ek olarak difteri serumu da üretmeye başlamıştır.

Bir aşı üretim ve araştırma enstitüsü olarak “Telkihhane” ise 1892 Temmuz ayında,

Dr Hüseyin Remzi Bey idaresinde İstanbul’ da Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhane bahçesindeki bir binada faaliyete geçer.

Kuduz aşısı üretim ve Kuduz Tedavi Müessesesi
Osmanlı’ da Kuduz aşısı ve serumların üretildiği Demirkapı Telkıhhane-i Şahane – 1894

Özetle,

Sultan Abdülhamit, dönemine göre bakteriyoloji ve salgın hastalıkları en yakından izleyen liderdir.

Avrupa’ da mikrobiyolojideki tüm buluşları en kısa sürede ülkemize kazandırmak için büyük çaba göstermiştir.

Difteri Serumu Keşfi

Takvimler 1892 yılını gösterirken Emil von Behring “difteri serumu“ ‘nu keşfeder.

Sırf bu sebeple Behring’ e, Sultan Abdülhamid Han tarafından birinci dereceden Mecidiye nişanı verilmiştir.

Kısa süre sonra da difteri serumu, ülkemizde 1896 yılında Veteriner Mustafa Adil tarafından “Bakteriyolojihane” de üretilmeye başlanır.

Kuduz aşısı üretim ve Kuduz Tedavi Müessesesi
Bakteriyolojihane-i Şahane

1897 yılında dünyada ilk olarak sığır vebası serumunu yine Mustafa Adil Bey üretir.

1903 yılında ise kızıl serumu üretimine başlanır.

Aşı uygulamaları tamamen ücretsiz olarak, devlet eliyle yürütülmekteydi.

Osmanlı' da Kuduz Aşısı üretimi
Osmanlı’ da Kuduz Aşısı üretimi
Toplum sağlığı, koruyucu hekimlik ile ileri teknolojiyi yakından takip ve transfer süreçlerini özetleyecek olursak:

  • 16 – 17. Yüzyıl: Anadolu kadınları variolasyon tekniği ile insanları ölümcül çiçek hastalığına karşı koruyordu
  • 1714 – 1718: Osmanlu hekimleri olan Emanuel Timoni ve Giacomo Pilarino’ nun tavsiyeleri ve Lady Montagu’ nun mektupları sayesinde Osmanlı’ da kullanılmakta olan variolasyon yöntemi Avrupa’ ya yayılıyor
  • 1885: Zorunlu aşı uygulamasına dair dünyanın ilk kanunu Osmanlı’ da çiçek hastalığı için çıkar
  • 1885: Sultan Abdülhamid’ in finansal ve lojistik destekleri sayesinde kuduz aşısı keşfi
  • 1887 Ocak ayı: Kuduz aşısı Osmanlı’ ya gelir ve Mekteb-i Tıbbıye-i Askeriye-i Şahane’ de (GATA) ilk kuduz aşısı üretimine başlanır
  • 1887: Dünyanın üçüncü, doğunun ilk Kuduz Tedavi Müessesesi hizmete girer
  • 1892: Bakteriyolojihane kurulur, aşı üretimi hız ve çeşitlilik kazandı
  • 1892: İlk çiçek aşısı üretim evi faaliyete geçer

Veteriner Hekim Mustafa Adil tarafından:

  • 1896: Difteri serumu
  • 1897: Sığır vebası serumu
  • 1903: Kızıl serumu
  • 1911: Tifo
  • 1913: Kolera, dizanteri ve veba aşıları Türkiye’de ilk kez hazırlandı ve uygulandı

Cumhuriyet Döneminde Aşı Üretimi:

Benzeri üretim Cumhuriyet döneminde de aynı şekilde başarıyla devam etmiş,

1928’ de Hıfzısıhha Enstütüsü ile üretim merkezileştirilmiştir.

  • 1927: Verem aşısı (BCG) üretimi başladı
  • 1931: Tetanoz ve difteri aşıları üretimi
  • 1937: Kuduz serumu üretilmeye başlandı
  • 1940: Kolera salgını için Çin’e aşı gönderilmiştir
  • 1942: Tifüs aşısı ve akrep serumu üretimi başladı
  • 1940’lı yıllara kadar tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanoz, kuduz aşıları seri üretimle oluşturulmuştur.
  • 1947: Biyolojik Kontrol Laboratuarı açılışı
  • 1950: İnfluenza laboratuarı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza (grip) Merkezi olarak tanınması ve influenza (grip) aşısı üretimi
  • 1968’de kurulan serum çiftliğinde tetanoz, gazlı gangren, difteri, kuduz, şarbon akrep serumları da üretilmiştir.
  • 1976: Kuru BCG aşısının deneysel üretimi başladı
  • Ülkemizde hastalıkların yok olması ile 1971’de tifüs, 1980’de çiçek aşısı üretimi sonlanmıştır.
  • 1983: Kuru BCG aşısı üretimi

Ülkemizde aşı üretimi,

1996’ da DBT ve kuduz aşısı, 1997’ de BCG aşı üretiminin kesilmesi ile ne yazık ki sona ermiştir.

Sonuç Hüsran

Üretiminin sona ermesi ile aşılar artın dışarıdan satın alma ile temin edilmekte,

Yani,

Tamamiyle dışa bağımlı bir politika izlenmektedir…

18. yüzyılda Batıya aşı kavramını öğreten ecdadın torunları,

21. yüzyılda aşı tedariği için onun eline bakar olmuştur !!!

İşte azizim,

İngiliz atasözünde geçtiği gibi “Ignorance is bliss“,

Hani cehalet erdemdir diyorlar ya…

Aslında bu cümlede cahillikten gelen ferasete övgü düzmüyor,

Bilakis,

Bilmeyen kişi haberdar da olmadığı için rahattır demek istiyor.

Bir nevi göz görmeyince, gönlün de haberi bile olmuyor misali…

Ben yine sözü uzattım,

Son söz olarak Fuzili’ nin bir beyiti ile kapatayım:

Söylesem tesiri yok,

Sussam gönül razı değil…

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse, “Aşık Veysel, Hayatı ve Çiçek Hastalığı” başlıklı yazıyı da beğenebilirsiniz.


Güncel Paylaşımlar, Farklı Yorumlar

Yolculuğumda benimle yarenlik etmek ve yeni paylaşımlarımdan haberdar olmak isterseniz takip edebilirsiniz…

Sadece yeni yayınlanan yazılar hakkında bilgilendirme maili alacaksınız!!!

Diğer 6.612 aboneye katılın

Aşağıdaki yazılar da ilginizi çekebilir:

Okuma önerisi: Osmanlı’ dan Günümüze Aşı Çalışmaları (Teyit.org)

1 Comment

  1. Teşekkürler, faydalı ve güzel bir yazı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bağlantıyı kopyala