Ghanim Al-Muftah ‘ı bilir misiniz?
Açıkçası, Katar’da düzenlenen FIFA Dünya Kupası açılışına kadar ben Ghanim Al-Muftah adını hiç duymamıştım.
İşte bu yazıda BÜYÜK BİR ADAM’dan, başlıktan da tahmin edeceğiniz üzere Ghanim Al-Muftah ‘dan bahsedeceğim…
Önce Adam Olmak…
Adam kelimesi, Arapça “Adm” kökünden gelir ve köken olarak anlamı “insanların atası, insanoğlu” olarak geçer,
Yani “adam” özünde bir cinsiyet işaret etmez…
Hatta tam olarak Necip Fazıl’ın dediği gibi:
Adam olmak cinsiyet meselesi değil,
Şahsiyet meselesidir…
Zaman içerisinde ek anlamlar yüklenerek, “erkek” kelimesi yerine de kullanılır olmuş o ayrı…
Rahmetli Bülent Ecevit’in dilimize “Adam olmak” başlığı ile çevirdiği, orjinal adı “if” olan Rudyard Kipling şiirinde ne de güzel tanımlanıyor aslında bu konu…
Kaudal Regresyon Sendromu İle Yaşamak
Dünya Kupası açılış seremonisinde Morgan Freeman sahneyi, yirmi yaşındaki Ghanim Al-Muftah ile paylaştı.
Genç adam Kaudal Regresyon Sendromu adı verilen bir omurga gelişim bozukluğu ile doğmuştu,
Bu durum kişilerin alt uzuvlarının olmadığı anlamına gelmektedir.
Lakin,
Doktorlar tarafından hayatta kalma şansının çok düşük olduğu bildirilen minik Ghanim, tüm beklentileri şaşırtmayı başarır.
Dünyaya gelecek evlatlarının engelli olacağını öğrenen pek çok kişi annesine kürtaj yaptırmasını önermiş,
Ancak,
Ailesi kararlarını bu gebeliğin sonuna kadar devam etmesi yönünde verecekti..
Ve,
Bugün Ghanim ’i gören herkes, iyi ki ailesi 2002’de böylesine zor ve cesur bir duruş sergilemiş diyor olsa gerek…
Kaudal Regresyon Sendromu, insanların vücudunun alt yarısı olmadan doğmasına neden olur.
Ghanim ‘de de durum tam olarak böyle olunca,
Doğal olarak tekerlekli sandalye kullanması beklenir.
Oysa,
Ghanim elinde olmayan şeylere odaklanmaktansa sahip olduğu her şeyi kullanması gerektiğine inandığını söylüyor,
Ve,
Bu nedenle bir araç kullanmak yerine, elleri üzerinde hareket etmekte ısrar ediyor.
Yaşama Karşı Dik Duruş…
İstenmedik durumların hayatı engellemesine izin vermek yerine,
Yaşama karşı pozitif bir duruş, ademoğlunun tüm engelleri aşmasına olanak tanıyor.
Ve dahi,
Kişiyi istisnai ve ilham verici bir karaktere dönüştürüyor.
Genç Ghanim diplomat olmayı hedefliyormuş,
Ve halihazırda siyaset bilimleri alanında uzmanlaşmak için üniversiteye devam ediyor.
Daha ötesi bir röportajında yapmaktan en fazla keyif aldığı şeylerin tüplü ve serbest dalış, kaykay ve kaya tırmanışı gibi ekstrem sporlar olduğunu belirtiyor.
Gel de adının hakkını veren Ghanim Al-Muftah ‘ın önünde düğmelerini ilikleme;
Adının hakkını fazlasıyla veriyor çünkü,
Köken olarak Urduca olan, ancak Arap halkları tarafından da kullanılan “Ghanim” kelimesi “hazine” anlamına geliyor…
Ghanim Al-Muftah Zorbalıklara Teslim Olmadı…
Ghanim Al-Muftah, çocukluk döneminde sınıf arkadaşlarının alayları ve zorbalıkları nedeniyle başlangıçta okula gitmekte zorlanır.
Ve sahneye, yine o cesur kadın girer…
Bu durumu bir eksiklik olarak görmeyen annesi arka planda okul idarecileri, öğretmenler ve velilerle görüşme yaparak süreci kısmen kolaylaştırmak yerine;
Ghanim ‘i sınıf arkadaşlarıyla konuşması, onlara durumu hakkında bilgi vermesi konusunda cesaretlendirir.
Ghanim ise sadece kendi dar yaşam alanıyla sınırlı kalmayıp, çıtayı toplum için farkındalık yaratmaya yükseltir.
Onun o bulaşıcı gülümsemesi, kusursuz özgüveni ve esprili kişiliğiyle kendi durumunu benimsemede daha da ileri gider,
Sosyal medya platformlardan Tik Tok’ da iki buçuk milyon, Instagram‘da dört milyon, YouTube’da ise yaklaşık bir milyon takipçisi olan bir fenomen haline dönüşür.
Ghanim, videolarından birinde,
Gençliğimden beri kendimle ve değiştiremeyeceğim şeylerle barışmayı öğrendim,
Bu yüzden bedenimle barıştım, görünüşümle barıştım
Şeklinde açıklama yaparken, bir başka paylaşımında ise aktardıkları aşağıdaki gibi olmuş:
Değiştiremeyeceğimiz şeylerle uzlaşma, zayıflık değil güçtür, mutsuzluk değil mutluluktur, acı değil umuttur. Vücudumu kabul ettim ve bunun için Allah’a şükrediyorum
Daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki zaten…
Hayata Ghanim Al-Muftah ‘ın Gözüyle Bakabilmek
Yaşamın sistematiği dualite üzerine inşa edilmiştir.
Latince kökenli “dou” yani “iki” kelimesinden türemiş olan bu kavram, bir nevi zıtlıkların prensibi gibi görünse de;
Aslında evrende zıt olan birşey yoktur.
Herşey birbirini tamamlar,
Birbirini içerir,
Birbirini bütünler…
Tıpkı Yin – Yang gibi…
Ne salt iyi vardır ne de kötü,
Ne sadece güzel ne de çirkin…
Bu nedenle,
Herhangi bir konuya (ya da kişiye) biz hangi anlamı yüklüyorsak işleyiş de tam olarak yüklenen anlam üzerinden ilerliyor,
Ve,
Kendisini farklı senaryolarda tekrarlıyor.
Tırtılın dünyanın sonu dediğine,
Yaradan kelebek adını vermemiş miydi?
Yani,
Sorunun kaynağı da, çözümü de insanın kendisinde;
Asıl olarak da bakış açısında…
Bizler ne düşünüyorsak, O’yuz!!!
Hepimiz kendi düşüncelerimizle ortaya çıkıyoruz,
Ve,
Düşüncelerimizle yarattığımız bir dünyanın içinde yaşıyoruz.
Tespit Doğru Yapılmazsa Alınan Sonuç Sağlıklı Olmaz
İyi tek başına yoktur.
Kötü de tek başına yoktur.
Bir şey sadece iyi olamaz, beraberinde sadece kötü de olamaz.
Aynı anda hem iyi hem kötüdür.
Aynı anda hepsidir ve birdir.
Olana nereden baktığındır farkı yaratan.
Ve,
Olanı ne şekilde kabullenip benimsediğindir sonucu değiştiren.
Başımıza gelen her şey durumdur, sonuç değil…
Sonucu belirleyen şey ise durumu ne şekilde ve nasıl algılayıp benimsemeyi tercih ettiğimizdir.
Unutmayalım ki,
Cehennemde odun yoktur;
Herkes kendi odununu kendisi taşır.
Ay doğmuyorsa yüzüne,
Güneş vurmuyorsa pencerene,
Kabahati ne güneşte, ne ayda ara…
Gözlerindeki perdeyi arala!!!
Oysa birçoğumuz kendisini kurban olarak görüyor,
Bu nedenle ya küsüyor, ya inkar ediyor, ya da isyan…
Bir bireyin kendisine yapabileceği en büyük zulümlerden bir tanesi bu değil midir aslında?
Eğer zamanınız ve dahi sabrınız varsa “Zulüm Alışkanlık Yapar: Peki Biz Hangi Yanımızı Besliyoruz?” ve “Samir İle Muhammed ’in İbretlik Hikayesi” başlıklı yazıları da okumanızı öneririm…