Açgöz maymunları yakalamak için Afrika’ da kullanılan bir çeşit tuzak vardır.
Kayaların arasında açılan bir yarığın içine açgöz maymunu cezbedecek tatlı yiyecekler serpiştirilir;
Ancak,
Bu yarık maymunun sadece eli açıkken içeri girebileceği büyüklüktedir,
Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramayacaktır…
Açgöz maymun kokuyu aldığı anda, onu tahrik eden yiyecekleri bir an önce midesine indirebilmek için yarıktan içeri elini uzatmak için en ufak tereddüt etmez,
Ve,
Açgözlüğü nedeniyle, olabildiğince fazla bir miktarı avuçlar…
Açgöz Maymunun Esareti
Tahmin edileceği üzere, eli yumruk halinde iken bu delikten çıkması mümkün olmaz.
Tüm uğraşlarına rağmen başaramaz,
Debelendikçe sinirlenir,
Sinirlendikçe daha fazla mücadeleye girer,
Hatta sinirden çılgına döner…
Aşağıdaki 1 dakikalık videoda açgöz maymunun nasıl tutsak düştüğüne şahit olabilirsiniz:
Oysa Açgöz Maymunu Tutsak Eden Hiçbir Şey Yoktur
Arzuları,
Hırsı,
Kendi bağımlılığının onu esir alan gücünden başka!!!
Aslında tek yapması gereken, vazgeçebilmektir…
Elini açıp,
O çok istediği yiyeceği bırakabildiği anda, özgürlüğüne devam edebilecektir halbuki…
Ancak,
Zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki,
Bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülüyormuş.
Hepimiz Zaman Zaman Açgöz Maymun Olmuyor Muyuz?
Bizi de tuzağa düşüren,
Ve,
Orada kalmamıza neden olan şey yine benzer şekilde arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur…
Tüm yapmamız gereken,
Elimizi açıp, benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakabilmek,
Ve,
Dolayısıyla özgür olmaktır.
Hepimiz kendi hayatlarımızda farkında olmadan bu tip tuzaklara düşüyoruz.
Bize aslında hiç katkıları olmayan arzularımıza, ihtiraslarımıza, isteklerimize hatta kişilere tutulmamız,
Ve,
Onlardan vazgeçmememiz de tıpkı açgöz maymun örneğinde olduğu gibi geleceğimizi değiştiriyor.
Bizi, sonuçsuz döngülere ve olumsuzluklara sokuyor.
Bize iyi hizmet etmeyen şeylere tutulma tehlikesini çok iyi anlamalı,
Ve,
Bu konunun üzerinde epeyce bir düşünmeliyiz.
Çevremden gördüğüm kadarıyla bu bazen sonuç vermeyen bir iş veya çoğu zaman içinde bulunduğumuz bir ilişki tuzağına düşülebiliyor..
Harvard Fare Deneyi Varsayımlarımızı Yanıltacaktı…
İmkansız gibi görünen şeylere ulaşmanın tek yolu, onun mümkün olduğuna inanmaktır.
1950 ‘lerde Harvard’ da yapılan vahşi bir araştırma, bu konuda bilinen ya da öngörülen birçok şeyi alt üst etti.
Dr. Kurt Richter ve ekibi en çok ne kadar dayanabileceklerini kontrol etmek için deney farelerini su dolu kaplara bırakıyor.
Çalışmanın ilk ayağında farelerin ortalama 15 dakika içinde pes edip ve boğulduklarını tesbit ediliyor.
Daha sonra,
Araştırmacılar fareler yorgunluktan boğulup ölmeden önce, onları sudan çıkarıp birkaç dakika nefeslenip dinlenmelerine izin veriyor,
Ve,
İkinci raund için tekrar suya atıyorlar.
İkinci denemede sizce ne kadar dayanmış olabilirler?
15 dakika daha mı?
10 dakika mı?
5 dakika mı?
Hayır!
60 saat!
Evet, yazı ile altmış saat…
Yaşam ümidi kazanan fareler ortalama 60 saat yüzerek, direniyorlar!!!
İkinci test göstermiş ki,
Farelerin kurtulabileceklerine dair inançları, daha önce imkansız sandıkları şeyin mümkün olduğunu idrak etmelerini ve ona göre davranmalarını sağlamıştır.
Buradan şu yorum çıkarılıyor:
Eğer umut yorgun fareleri bu kadar uzun süre suda tutabildiğine göre,
Kendine ve yeteneğine inanan ve ona uygun davranan herkes her zaman daha da iyisini yapabilir.
Peki Çözüm Ne?
İnsan pes etmediği sürece daha güçlüdür…
Aslında sahip olduğumuzu düşündüğümüz birçok şey bizim için birer tuzak,
Lakin,
Hayatın akışı içinde bu tuzakları fark edemiyoruz.
Hepimizin düştüğü bir çırpıda akla gelen tuzakları bir düşünsenize:
- Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliği kullanılmayan en son model cep telefonları
- Ortalama 15 m2’ si aktif kullanılan, ama kullanılan alandan 10-20 kat büyük evler
- Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysiler
- Okumadığımız kitaplar
- Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız arabalar
- Bize günde 3-5 kez zamanı, ancak her daim başkalarına zenginliğimizi gösteren kol saatleri
- Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık
- Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar, kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha neler neler…
Ya da,
Tüm bunlara sahip olduğumuzu, olabildiğimizi sanmak…
Tıpkı o açgöz maymun gibi;
Avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) ona sahip olduğumuz düşüncesine kapılmıyor muyuz?
Ve,
Ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?
Bazen birşeyleri geride bırakabilmek oldukça zor bir iştir.
Hatta onları bırakabilmek de başlı başına bir beceridir aslında.
Birşeyi zorla tuttuğunuzda ulaşmak istediğiniz başka bir şeyi engellediğini görüyorsanız o zaman onu özgür bırakmalısınız.
Eğer yanlış birşey yapıyorsak, buna son vermeliyiz.
Hepimiz bir takım şeyleri çözmek adına bu yola başvuruyoruz.
Onu illa ki oldurmaya çalışıyoruz,
Ancak,
Bu bizi maymun tuzağına çekmekten başka pek bir işe de yaramıyor aslında.
O yüzden serbet bırakalım, yüklerimizden kurtulalım, hafifleyelim ve özgürleşelim…
İşte o zaman istediğimiz şeyler bize gelmeye başlayacak.
Avucunuzu Açmayı Denediniz Mi?
Bizleri de maymunlar gibi tuzağa düşüren,
Ve,
Orada hapsolmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur.
Tüm yapmamız gereken;
Elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak,
Ve,
Doyasıya özgür olabilmektir!!!
Aslında bizler bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz…
“Fakat bu, göründüğü kadar basit değil. Bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir iştir” der Konfüçyüs.
Aldanmak – Aldatmak
Bu konuyu ne de güzel dökmüş mısralara Aziz Nesin…
Boşuna övünme beni aldattın diye
Beni kandırmak kolay,
Ben bile kandırırım...
Ben bile kandırırım, bulamazsam aldatacak birini
Kendim, kendimi aldatırım.
Esretlerimize Son Verebildiğimiz Kadar Özgürüz
Kimi evine tutsak olmuştur,
Kimiyse arabasına,
Bir kısmı ise paraya,
Kimisi de makama esir olmuştur.
Herkes neye tutsak olduğunu, kendi eline bakıp anlayabilir aslında.
Elini açmadığı /açamadığı müddetçe de bu tutsaklık devam eder,
Ve,
Bu hal üzere,koca bir hayatı esir olarak sürdürür.
Oysa,
Kişi verdikçe hafifler, elini açtıkça yükselir, yücelir, özgürleşir.
Elini kapadıkça esir olur, yerinden ayrılamaz ve hep tutsak kalır.
Maddenin ağırlığından kurtulup, tatlı dünyanın elimizden gitmesine aldırmadığımızda özgürleşiriz ancak…
…
Bir de şunu hatırlatayım ki, “Bendeniz” çok riskli bir sıfattır,
Bu kelimenin arogan zehirlenmesine kapılmamak gerekir.
Aslında “Bendeniz” çok ilginç bir tanımlamadır da aynı esnada,
Çünkü,
Etimolojik olarak bu sözcüğün ne “ben“, ne de “deniz” ile bir alakası yoktur.
Sadece sondaki “-niz” eki Türkçedir.
Asıl kelime olan “Bende“, Farsça “kul, köle” anlamına gelmektedir.
Yani,
Eskiden nazik, kibar özellikle mütevazı bir Osmanlı beyefendisi, kendisinden bahsederken nezaketle “Bendeniz” dediği zaman “Ben kulunuz, köleniz falan” demeyi kastederdi.
Oysa şu aralar hiç öyle mi ya???
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse, “Kapuçin Maymununu Bozan Dünya Sana Neler Yapmaz” başlıklı yazıyı de beğenebilirsiniz.
Aşağıdaki yazılar da ilginizi çekebilir:
1 Comment